Mahalle ve sokak kültürünün inanılmaz bir şekilde hızla yozlaştığı Türk Örf, Adet, Gelenek ve Ahlaki kuralların nesilden nesile genetik kodlarla aktarılmasının bozulması ise sokak kültürünün eseri olarak ortaya çıkar.
Bunu artık siyasilerin önemsemeye başladığının görülmesini MHP İstanbul milletvekili iken Arzu Erdem'in ilk defa meclise verdiği "Adabı muaşeret" dersinin acil ihtiyaç olduğu önergesi göstermiştir.
Daha sonraları meclise millete vekil olmaları için gönderdiğimiz birkaç vekil ve siyasi parti liderinin de konuya hassasiyet göstererek bu dersin Milli Eğitim Müfredatına girmesi sağlanmış olsa da iş işten çoktan geçmiştir. Derslerin mahiyetinin ne olacağını bilmeyen öğretmenler bu konuda eğitilmek için çeşitli seminerlerle aydınlatılmaya çalışılmaktadır.
Öğretmenlerimizinde aynı değişimi göstermiş olan öğrencilerimiz gibi olması ise bu konuda Öğretmenlerimizinde eğitilmesinin en az öğrenciler kadar zor olduğu kendisini göstermiştir.
Binlerce yıllık bir devletimizin köklerinden geldiğimiz siyasilerimiz tarafından sıklıkla ballandıra, ballandıra anlatılırken bu devlet anlayışımızı yürütmenin başındaki hükümetler sürekli istasyon değiştirerek durduğu duraklarda kültürümüz ve devlet geleneğimizin değişiminde önemli rol oynamıştır.
Bu nedenle "Benim memurum işini bilir, Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz," gibi ifadeler ile siyaset kökü derinlerde olan devletimizin her filiz verişinde başka aşılarla istikamet değişikliğini sağladığı için "Devletin malı deniz yemeyen keriz" ifadelerinin dahi yıllarca kullanılması sağlanmıştır.
Eğitim müfredatına dönecek olursak ülkemizin bekası ve gelecek nesillerimizin daha iyi müreffeh bir ülkede yaşaması için akademisyenlerimizin öğrencilerimizi teşvik ederek moral ve motivasyon verip " Ülkemizdeki olumsuzlukları yenecek olan siz gençlersiniz" demesi yerine öğrencileri daha çok karamsarlaştırarak "Bu ülkede gelecek bulamazsınız, Paçayı kurtarmak için yurt dışına kapak atın" sözlerinin söylendiğini hepimiz biliyoruz..
Dün genç kızlarımızı "ikna odalarında" okullarına girebilmesi için başını açmaya zorlayan akademik kadrolar bugün adeta sutyenle okula gelen kızlarımıza ses çıkarmayıp bunun özgürlük olduğunu savunmaları akla zarar bir uygulama olarak karşımıza çıkarken dersini geçmek için öğretmeni ile ilişkiye giren kız veya erkek çocuklarımızın örneklerinin çoğalması bir tesadüf sayılabilir mi?
Kadınlara özgürlük adına üniversitelerde yapılan forumlar ile erkekten dönme kadınlara, eşcinsellere destek veren gençlerimiz yürüyüş ve gösteri ile bu tutumlarını sürdürmeleri masumane özgürlük istemek diye düşünülür mü?
İstanbul Taksim istiklal caddesinde toplanan binlerce kadının "Bizler Or.....yuz Kürt sorunu vardır" sloganı atarken ülkemizde ilgili kurumların Kürt sorunu ile Or...puluğun ne alakası var diyebildiler mi?
Her türlü cinsel tercihe sahip olan bireyler için hiç bir problemin olmadığı ülkemizde en küçük toplum olan ailemiz içine sokulan medeni denen hukuk "kadının beyanı esastır" ibaresi ile kadının karakola giderek "eşim beni tehdit etti" ifadesi ile anında eşe uzaklaştırma verilmesi ailede sevgi ve saygıyı artırmadığı gibi kadın cinayetlerinin artmasını sağladığı hala anlaşılamamıştır veya anlaşılmak istenmemiştir.
Bir Babanın genç kızının kılık kıyafetine karışarak "Kızım bu kıyafetle sokağa çıkılır mı" sorusu ile "Babam beni taciz ediyor" diye soluğu karakolda alıp babasını evden uzaklaştırıp cezalandıran kaç çocuk var hiç araştırıldı mı?
Cadde ve sokaklarımızda özgürlüğü soyunmak olarak anlayan geleceğimiz olan genç kızlarımızı getirdiğimiz bu hali büyük bir devlet olarak sorgulayıp nedenlerini araştırdık mı?
Ankara denen başkentimizde üniversite kapılarında hatta Kocatepe camii avlusunda her gün görmeye alıştığımız "Ben Aysun, Ben Neşe " gibi telefon numaraları yazılı kalp işaretli kartvizitlerin artık Ankara Cadde ve sokaklarının neredeyse her köşesinde var olduğunu görmemek bu çocuk denecek yaştaki geleceğimiz çocuklarımızın vücutlarını pazarlamasına sessiz kalmak nasıl bir anlayıştır.
Tüm bu olumsuzluklar dışında hükümeti ekranda sunduğu programda mimikleriyle eleştirdi diye (RTÜK) tarafından ceza alan bayan gazeteci örneğini yaşarken sabah program kuşaklarında "Ben seni boynuzladım, en az yüz erkekle ilişkiye girdim yakamdan düş" diyen kadın için evli ve eşi olduğu ileri sürülen erkeğin "Yine de kabulümsün çünkü çocuğumun annesisin gel tekrar birleşelim" ifadesinin geçtiği benzeri neredeyse her TV ekranlarında yayınlanan bu programları masumane programlar olarak görüp neden (RTÜK) hiçbir işlem yapmamaktadır bilinmez.
Toplu taşıma araçlarında genç kızlarımızın cımbızla kaşlarını alması, makyaj tazelemesi akranı erkek arkadaşına "Lan (AMK) çocuğu" diye bir erkek gibi sinkaf eden çocuklarımızın artık istisna örnekler olmadığını görmek için kafamızı kumdan çıkarmalı nasıl yaşadıklarını görmeliyiz.
Yada bu ortamı görenlerin "zamane gençliği" diyerek geçiştirmelerine bin yıllık devlet olarak tebessüm mü etmeliyiz?
Sahiden siz okuyucularıma soruyorum (Z) kuşağı olarak adlandırdığımız bu geleceğimiz gençlerimizi özgürlük adına yaptıkları bu yaşantıya ses çıkarmayıp bir gün mutlaka aslına "Rücu" ederler diye beklemeli-miyiz?
Özellikle son dönemlerde boşanmaların gittikçe artarak yaşandığı ülkemizde evliliklerin ikinci evlilikler olarak tekrarlanıp çocuk yapma konusunda da büyük tereddütler yaşayan çiftlerin ekonomik gerekçeler nedeniyle çocuk yapmadıklarını söylemeleri kaygı verici bir hal alırken ilgililerin sadece istatistiklerle genç nüfusun azalma eğiliminde olduğunu duyurmaları bu konunun çözümü için yeterli midir?
Büyük mega kentlerde bir veya iki çocuklu ailelerimizin çocuklarını ülkeyi sığınmacı cennetine dönüştürdüğümüz bir atmosferde mahallemizdeki yabancı uyruklu çocukların bizim çocuklarımıza (Akran zorbalığı) yapması karşısında müdahale etmeye kalktığımızda sığınmacı çocuklarının anında kenetlenerek oluşturdukları iletişim gruplarından toplanıp saldırıya geçmelerinin ailelerimizde bıraktığı etki karşısında yaşadığı çaresizliği anlatamamanın çocuk yapma konusundaki mazerette bir rolü var mıdır?
Devletimizin bekası denince bekayı sağlayacak kurum ve kuruluşların güçlendirilerek çağa ayak uydurması sağlanmadığı gibi son dönemlerde bir kurumun bir başka kuruma hükmetmesinin gündeme gelmesi bir tesadüfmüdür?.
Bu tutumların son dönemlerde ayyuka çıkması ise dünyanın en büyük adalet sarayı olarak bilinen İstanbul-Kartal adliye sarayının her konuda yetkilisi olan Cumhuriyet başsavcımızın Yargıtay başkanlığına "Başında bulunduğum adalet sarayında Hakim ve Savcılarımızın başta uyuşturucu olmak üzere, Mafya, Fetö terör örgütü, cinayet dosyaları bir fiyat listesi oluşturularak ücreti mukabilinde adaletin satıldığı" şeklindeki ihbar dilekçesine yayın yasağı getirilmiş olsada ülkemizde devletin birliği ve bütünlüğünü sağlaması için seçtiğimiz siyasilerimizden tek bir cılız ses dahi çıkmaması şaşırtıcı değilmidir?
Yargıtay'ın Anayasa mahkemesinin verdiği kararı tanımayıp karşılıklı verdikleri hukuk savaşı karşısında hiç kimsenin "Sizler ülkemizin önemli kurumlarısınız, bu tutumlarınızla ülkemizde ne yapmaya çalışıyorsunuz? " diyememesi ilginç bir gariplik değilmidir?
Türk ceza hukuku (TCK) üzerinde öylesine ilginç maddeler eklenerek yamalı bir bohçaya dönüşmüştür'ki bir dava dosyası için bir hakim berat verirken aynı içerikli dosya için bir başka hakim yıllarca ceza yatıracak şekilde yorumlamaktadır.
Bu durum daha da ileri gidilerek aynı hakimin aynı türdeki dosyaya bir gün önce bir ay ceza verirken bir gün sonra beş ay ceza verdiği örneklerinin çoğalması toplumumuzun hukuka güvenini sonuna kadar sarstığını neden görmez?
Bu durumu İstanbul Bakırköy Adalet sarayının çıkardığı dergide hakim ve savcılarımızın başlarından geçenleri anlattıkları hikayelerde çok daha vahim bir durumda olduğunu adeta itiraf ettiklerini gösteren makaleler okunduğunda ülkemizde adaletsizliğin had safhada olduğunu göstermektedir.
Adalete olan güvenin sarsıldığı bu örnekler ticari ahlakın ne durumda olduğunu sorgulamamızı akla getiriyor.
Ticarette verilecek örneklere geçmeden önce ülkemizde adeta çocuk denecek yaştaki gençlerimizin uyuşturucu batağına saplanmalarının örneklerini verecek olursak neredeyse gençlerimizin %80 kısmını oluşturanların uyuşturucudan ceza evlerinde yattığı gerçeği istatistiklerle mevcutken bunun nedenleri neden hiç araştırılmaz?
Suç ne olursa olsun hakimlerimiz tarafından ceza verilirken bir psikolog ile sosyolog'un suçluyu suça iten nedenler araştırılarak bir raporun çıkarılıp aynı suçu işleyecek olanların önüne neden geçilmez?
Sadece cezalandırma yöntemi ile yapılan uygulamaların sonuç itibarı ile yattığı cezaevinde suç makinası olarak çıkıldığını hala ilgililer anlayamadımı?
Bir paket sigaranın 50 TL olduğu için tütüne döndüklerini 1 şişe biranın 80-90 liradan satılması nedeniyle sigara içerisine çok düşük fiyatlara temin ettikleri farklı uyuşturucuları sigara tütünüyle içmeleri ile rahatladıkları gerçeği gençlerin sıklıkla ifade ettiği bilindiği halde bu bataklığa nasıl düştüğünün bir basit örneği iken bu konuda bir çalışmanın yapılmaması dikkat çekici değilmi?
Alkol ücretini karşılayacak durumda olmadığı için kendi imkanları ile yaptığı alkol ve benzeri uyuşturucuları kullanırken vücutlarına verdikleri zararlı maddelerin sonucunda zamanla ana haber bültenlerinde ölümlerle sonuçlandığını sadece bizmi duyuyoruz?
Sigaranın fahiş fiyatlarla satılması sonucu her köşe başında bir tütüncünün açılması dışında her mahallede hatta artık birçok tekel büfesinde dahi sahte alkolün satılmasının nedenini hangi kurum araştırmaktadır?
Ticari ahlakın artık neredeyse bittiğini ifade etsek yanlış bir tespit etmiş olmayız.
Adı Türk Telekom olan GSM operatörünün uyduruk sadece 50 krş için müşterisinin telefonunu iletişime keserek 49 TL açma kapama alması ayrıca müşterinin 50 krş. olan faturayı 2,5 Lira ödeyerek 50 kat fazla para tahsil etmesini dünyanın hangi ülkesinde görebiliriz? Ülkemizde devlet denetiminde olan bir kurumsal şirketin yaptığı ticari ahlaksızlığı net olarak ortaya koyması geldiğimiz durumun vahametini ortaya koymuyormu?
İnternette gezindiğinizde başkent Ankara adalet sarayına tek tırnaklı etten üretilen yemeklerin altı ay süre ile verildiğini görmek ticari ahlaksızlıktaki cesareti de gözler önüne sermiyormu?
Neredeyse her gün duyduğumuz At, Eşek ve Domuz etinin yakalanarak imha edildiği ülkemizde Baklavaya bezelye, kırmızı bibere tartıda ağır olması için tuğla tozu ilave edilmesi ticari ahlakın ne kadar yozlaştığını göstermiyormu?
Bir market ile bir diğer marketin fiyat listesinin bir birine uymadığını gördüğümüz ülkemizde rekabet diye geçiştirip dururken aynı firmanın ürettiği aynı litre derinliğindeki bir çöp kovasını aynı cadde üzerinde aynı AVM içerisinde iki farklı mağazada biri 100 Liradan satarken diğeri 200 lira etiketle satmasının adına ticari ahlak denebilirmi?
Gelişmiş ülkelerde emeklilerinin ülke ülke gezdiği dünyada bizim emeklilerimizin market market dolaşarak hangisi daha ucuza neyi satıyor arayışı kabul edilebilir mi?
Devletimizin büyük devletler arasına girmesi için yetiştirdiğimiz kadroların liyakatini aldıkları diplomalarla değerlendirerek görev verdiğimiz bireylerin görevlerini hakkıyla yaptıklarını düşünüp kontrolden uzak kalmamız sonucu yaşanan olumsuzlukları neden hep görmezden gelmekteyiz. Bakanlık girişlerinde görev yapan polislerimizin bir yetkili ile görüşmeye gelen vatandaşlardan aldıkları kimliklerle yaptıkları sorgulamada bir mahkemeye şahit olarak gitmediği için yakalaması çıkarılan vatandaşı adeta sokakta yakalamış gibi en az üç personelin tutanak tutarak yakalamış olduğunu gösteren belge hangi anlamda tutulmaktadır?
Bu tutanağı üç memurun imza altına alması tutanakta ismi geçenlerin görevlerini iyi yaptığının göstergesimi sayılmaktadır?
Yoksa bir ekip gibi görülmesi sağlanarak arama tarama yaparken bir suçluyu yakalamış gibi kişi başına aldıkları bir ücret için mi yapılmaktadır?
Kolluk kuvvetleri Müdür ve amirlerinin mahiyetindeki çalışanlarına ellerindeki küçük el tabletleri ile kimlik kontrolü için sokağa gönderdiklerinde durumu şüpheli insanları (GBT) genel bilgi toplamasına bakınız mı deniyor? Yoksa bir kota verilerek kolluk kuvvetlerinin kotayı doldurması için önüne gelene "Gel buraya (GBT) yapacağım" diye yaşlı, genç, kadın, kız, çocuk, demeden bir devlet memuru tavrı dışına çıkarak uygulama yapmak mı isteniyor?
Ankara Keçiören denetimli serbestlik bürosu giriş kapısı önünde kontrole gelen denetimli bilinen kişileri polisin özellikle burada kapı girişinde (GBT) Sorgulaması yapması kota doldurmak için midir?
Yoksa bu uygulamayı yapan polislerin çok sorgulama yaparak çalıştıklarını amirlerine göstermek için midir? bunun yanıtını siz düşünün...
Biz bu bin yıllık geleneği olan devletimizde padişahların dahi tebdili kıyafet ile başta kurum ve kuruluşlar olmak üzere halkın arasında toplumun durumunu takip ederken geldiğimiz bu teknolojinin adeta her vatandaşı göz hapsinde tuttuğu ortamda göreve yolladığımız üç beş memurun vatandaşa nasıl hitap edip nasıl muhatap olduğunu görmekten aciz yöneticiler tarafından yönetiliyoruz.
Bu konularda görevli müdür ve amirlerin maun masalarından kalçalarını kaldırıp tebdili kıyafet gezip "Milleti yaşat ki devlet yaşasın" kültürü ile yaşamış bir devlet geleneğinin yetkilisi olarak görevlendirdiği personelin vatandaşla nasıl muhattap olduğuna bakması çokmu zordur?.
Kendilerinin bu milletin çocukları olduklarını devlet memuru olunca unutan liyakatsiz bireylerin kontrol edilmesini ve liyakatli amir ve yetkililerin devlet yetkilisi olarak görmeyi istemek hakkımız değilmidir?
Bazıları sevmesede ülkemizin şairi Necip Fazıl Kısakürek ne demişti hatırlayarlım "Bir Milleti Yıkmak İçin Önce Ahlak ve Kültürünü Yok Etmelisin" Başımıza gelenler sakın bu doğru tesbit olmasın.
Bu milletin bir ferdi olarak ahlaksızlaşma yönünde hızla ilerleyen başta toplumumuz (STK) kamu kurum ve kuruluşlar olmak üzere tüm özel ve tüzel kişilere buradan haykırıyorum "AHLAKSIZ BİR TOPLUMA İTİRAZIM VAR" diyorum.Artık gelecek nesillerimize sahip çıkmak için son demleri yaşamaktayız ve daha dikkatli olalım...
Bunu artık siyasilerin önemsemeye başladığının görülmesini MHP İstanbul milletvekili iken Arzu Erdem'in ilk defa meclise verdiği "Adabı muaşeret" dersinin acil ihtiyaç olduğu önergesi göstermiştir.
Daha sonraları meclise millete vekil olmaları için gönderdiğimiz birkaç vekil ve siyasi parti liderinin de konuya hassasiyet göstererek bu dersin Milli Eğitim Müfredatına girmesi sağlanmış olsa da iş işten çoktan geçmiştir. Derslerin mahiyetinin ne olacağını bilmeyen öğretmenler bu konuda eğitilmek için çeşitli seminerlerle aydınlatılmaya çalışılmaktadır.
Öğretmenlerimizinde aynı değişimi göstermiş olan öğrencilerimiz gibi olması ise bu konuda Öğretmenlerimizinde eğitilmesinin en az öğrenciler kadar zor olduğu kendisini göstermiştir.
Binlerce yıllık bir devletimizin köklerinden geldiğimiz siyasilerimiz tarafından sıklıkla ballandıra, ballandıra anlatılırken bu devlet anlayışımızı yürütmenin başındaki hükümetler sürekli istasyon değiştirerek durduğu duraklarda kültürümüz ve devlet geleneğimizin değişiminde önemli rol oynamıştır.
Bu nedenle "Benim memurum işini bilir, Anayasayı bir defa delmekle bir şey olmaz," gibi ifadeler ile siyaset kökü derinlerde olan devletimizin her filiz verişinde başka aşılarla istikamet değişikliğini sağladığı için "Devletin malı deniz yemeyen keriz" ifadelerinin dahi yıllarca kullanılması sağlanmıştır.
Eğitim müfredatına dönecek olursak ülkemizin bekası ve gelecek nesillerimizin daha iyi müreffeh bir ülkede yaşaması için akademisyenlerimizin öğrencilerimizi teşvik ederek moral ve motivasyon verip " Ülkemizdeki olumsuzlukları yenecek olan siz gençlersiniz" demesi yerine öğrencileri daha çok karamsarlaştırarak "Bu ülkede gelecek bulamazsınız, Paçayı kurtarmak için yurt dışına kapak atın" sözlerinin söylendiğini hepimiz biliyoruz..
Dün genç kızlarımızı "ikna odalarında" okullarına girebilmesi için başını açmaya zorlayan akademik kadrolar bugün adeta sutyenle okula gelen kızlarımıza ses çıkarmayıp bunun özgürlük olduğunu savunmaları akla zarar bir uygulama olarak karşımıza çıkarken dersini geçmek için öğretmeni ile ilişkiye giren kız veya erkek çocuklarımızın örneklerinin çoğalması bir tesadüf sayılabilir mi?
Kadınlara özgürlük adına üniversitelerde yapılan forumlar ile erkekten dönme kadınlara, eşcinsellere destek veren gençlerimiz yürüyüş ve gösteri ile bu tutumlarını sürdürmeleri masumane özgürlük istemek diye düşünülür mü?
İstanbul Taksim istiklal caddesinde toplanan binlerce kadının "Bizler Or.....yuz Kürt sorunu vardır" sloganı atarken ülkemizde ilgili kurumların Kürt sorunu ile Or...puluğun ne alakası var diyebildiler mi?
Her türlü cinsel tercihe sahip olan bireyler için hiç bir problemin olmadığı ülkemizde en küçük toplum olan ailemiz içine sokulan medeni denen hukuk "kadının beyanı esastır" ibaresi ile kadının karakola giderek "eşim beni tehdit etti" ifadesi ile anında eşe uzaklaştırma verilmesi ailede sevgi ve saygıyı artırmadığı gibi kadın cinayetlerinin artmasını sağladığı hala anlaşılamamıştır veya anlaşılmak istenmemiştir.
Bir Babanın genç kızının kılık kıyafetine karışarak "Kızım bu kıyafetle sokağa çıkılır mı" sorusu ile "Babam beni taciz ediyor" diye soluğu karakolda alıp babasını evden uzaklaştırıp cezalandıran kaç çocuk var hiç araştırıldı mı?
Cadde ve sokaklarımızda özgürlüğü soyunmak olarak anlayan geleceğimiz olan genç kızlarımızı getirdiğimiz bu hali büyük bir devlet olarak sorgulayıp nedenlerini araştırdık mı?
Ankara denen başkentimizde üniversite kapılarında hatta Kocatepe camii avlusunda her gün görmeye alıştığımız "Ben Aysun, Ben Neşe " gibi telefon numaraları yazılı kalp işaretli kartvizitlerin artık Ankara Cadde ve sokaklarının neredeyse her köşesinde var olduğunu görmemek bu çocuk denecek yaştaki geleceğimiz çocuklarımızın vücutlarını pazarlamasına sessiz kalmak nasıl bir anlayıştır.
Tüm bu olumsuzluklar dışında hükümeti ekranda sunduğu programda mimikleriyle eleştirdi diye (RTÜK) tarafından ceza alan bayan gazeteci örneğini yaşarken sabah program kuşaklarında "Ben seni boynuzladım, en az yüz erkekle ilişkiye girdim yakamdan düş" diyen kadın için evli ve eşi olduğu ileri sürülen erkeğin "Yine de kabulümsün çünkü çocuğumun annesisin gel tekrar birleşelim" ifadesinin geçtiği benzeri neredeyse her TV ekranlarında yayınlanan bu programları masumane programlar olarak görüp neden (RTÜK) hiçbir işlem yapmamaktadır bilinmez.
Toplu taşıma araçlarında genç kızlarımızın cımbızla kaşlarını alması, makyaj tazelemesi akranı erkek arkadaşına "Lan (AMK) çocuğu" diye bir erkek gibi sinkaf eden çocuklarımızın artık istisna örnekler olmadığını görmek için kafamızı kumdan çıkarmalı nasıl yaşadıklarını görmeliyiz.
Yada bu ortamı görenlerin "zamane gençliği" diyerek geçiştirmelerine bin yıllık devlet olarak tebessüm mü etmeliyiz?
Sahiden siz okuyucularıma soruyorum (Z) kuşağı olarak adlandırdığımız bu geleceğimiz gençlerimizi özgürlük adına yaptıkları bu yaşantıya ses çıkarmayıp bir gün mutlaka aslına "Rücu" ederler diye beklemeli-miyiz?
Özellikle son dönemlerde boşanmaların gittikçe artarak yaşandığı ülkemizde evliliklerin ikinci evlilikler olarak tekrarlanıp çocuk yapma konusunda da büyük tereddütler yaşayan çiftlerin ekonomik gerekçeler nedeniyle çocuk yapmadıklarını söylemeleri kaygı verici bir hal alırken ilgililerin sadece istatistiklerle genç nüfusun azalma eğiliminde olduğunu duyurmaları bu konunun çözümü için yeterli midir?
Büyük mega kentlerde bir veya iki çocuklu ailelerimizin çocuklarını ülkeyi sığınmacı cennetine dönüştürdüğümüz bir atmosferde mahallemizdeki yabancı uyruklu çocukların bizim çocuklarımıza (Akran zorbalığı) yapması karşısında müdahale etmeye kalktığımızda sığınmacı çocuklarının anında kenetlenerek oluşturdukları iletişim gruplarından toplanıp saldırıya geçmelerinin ailelerimizde bıraktığı etki karşısında yaşadığı çaresizliği anlatamamanın çocuk yapma konusundaki mazerette bir rolü var mıdır?
Devletimizin bekası denince bekayı sağlayacak kurum ve kuruluşların güçlendirilerek çağa ayak uydurması sağlanmadığı gibi son dönemlerde bir kurumun bir başka kuruma hükmetmesinin gündeme gelmesi bir tesadüfmüdür?.
Bu tutumların son dönemlerde ayyuka çıkması ise dünyanın en büyük adalet sarayı olarak bilinen İstanbul-Kartal adliye sarayının her konuda yetkilisi olan Cumhuriyet başsavcımızın Yargıtay başkanlığına "Başında bulunduğum adalet sarayında Hakim ve Savcılarımızın başta uyuşturucu olmak üzere, Mafya, Fetö terör örgütü, cinayet dosyaları bir fiyat listesi oluşturularak ücreti mukabilinde adaletin satıldığı" şeklindeki ihbar dilekçesine yayın yasağı getirilmiş olsada ülkemizde devletin birliği ve bütünlüğünü sağlaması için seçtiğimiz siyasilerimizden tek bir cılız ses dahi çıkmaması şaşırtıcı değilmidir?
Yargıtay'ın Anayasa mahkemesinin verdiği kararı tanımayıp karşılıklı verdikleri hukuk savaşı karşısında hiç kimsenin "Sizler ülkemizin önemli kurumlarısınız, bu tutumlarınızla ülkemizde ne yapmaya çalışıyorsunuz? " diyememesi ilginç bir gariplik değilmidir?
Türk ceza hukuku (TCK) üzerinde öylesine ilginç maddeler eklenerek yamalı bir bohçaya dönüşmüştür'ki bir dava dosyası için bir hakim berat verirken aynı içerikli dosya için bir başka hakim yıllarca ceza yatıracak şekilde yorumlamaktadır.
Bu durum daha da ileri gidilerek aynı hakimin aynı türdeki dosyaya bir gün önce bir ay ceza verirken bir gün sonra beş ay ceza verdiği örneklerinin çoğalması toplumumuzun hukuka güvenini sonuna kadar sarstığını neden görmez?
Bu durumu İstanbul Bakırköy Adalet sarayının çıkardığı dergide hakim ve savcılarımızın başlarından geçenleri anlattıkları hikayelerde çok daha vahim bir durumda olduğunu adeta itiraf ettiklerini gösteren makaleler okunduğunda ülkemizde adaletsizliğin had safhada olduğunu göstermektedir.
Adalete olan güvenin sarsıldığı bu örnekler ticari ahlakın ne durumda olduğunu sorgulamamızı akla getiriyor.
Ticarette verilecek örneklere geçmeden önce ülkemizde adeta çocuk denecek yaştaki gençlerimizin uyuşturucu batağına saplanmalarının örneklerini verecek olursak neredeyse gençlerimizin %80 kısmını oluşturanların uyuşturucudan ceza evlerinde yattığı gerçeği istatistiklerle mevcutken bunun nedenleri neden hiç araştırılmaz?
Suç ne olursa olsun hakimlerimiz tarafından ceza verilirken bir psikolog ile sosyolog'un suçluyu suça iten nedenler araştırılarak bir raporun çıkarılıp aynı suçu işleyecek olanların önüne neden geçilmez?
Sadece cezalandırma yöntemi ile yapılan uygulamaların sonuç itibarı ile yattığı cezaevinde suç makinası olarak çıkıldığını hala ilgililer anlayamadımı?
Bir paket sigaranın 50 TL olduğu için tütüne döndüklerini 1 şişe biranın 80-90 liradan satılması nedeniyle sigara içerisine çok düşük fiyatlara temin ettikleri farklı uyuşturucuları sigara tütünüyle içmeleri ile rahatladıkları gerçeği gençlerin sıklıkla ifade ettiği bilindiği halde bu bataklığa nasıl düştüğünün bir basit örneği iken bu konuda bir çalışmanın yapılmaması dikkat çekici değilmi?
Alkol ücretini karşılayacak durumda olmadığı için kendi imkanları ile yaptığı alkol ve benzeri uyuşturucuları kullanırken vücutlarına verdikleri zararlı maddelerin sonucunda zamanla ana haber bültenlerinde ölümlerle sonuçlandığını sadece bizmi duyuyoruz?
Sigaranın fahiş fiyatlarla satılması sonucu her köşe başında bir tütüncünün açılması dışında her mahallede hatta artık birçok tekel büfesinde dahi sahte alkolün satılmasının nedenini hangi kurum araştırmaktadır?
Ticari ahlakın artık neredeyse bittiğini ifade etsek yanlış bir tespit etmiş olmayız.
Adı Türk Telekom olan GSM operatörünün uyduruk sadece 50 krş için müşterisinin telefonunu iletişime keserek 49 TL açma kapama alması ayrıca müşterinin 50 krş. olan faturayı 2,5 Lira ödeyerek 50 kat fazla para tahsil etmesini dünyanın hangi ülkesinde görebiliriz? Ülkemizde devlet denetiminde olan bir kurumsal şirketin yaptığı ticari ahlaksızlığı net olarak ortaya koyması geldiğimiz durumun vahametini ortaya koymuyormu?
İnternette gezindiğinizde başkent Ankara adalet sarayına tek tırnaklı etten üretilen yemeklerin altı ay süre ile verildiğini görmek ticari ahlaksızlıktaki cesareti de gözler önüne sermiyormu?
Neredeyse her gün duyduğumuz At, Eşek ve Domuz etinin yakalanarak imha edildiği ülkemizde Baklavaya bezelye, kırmızı bibere tartıda ağır olması için tuğla tozu ilave edilmesi ticari ahlakın ne kadar yozlaştığını göstermiyormu?
Bir market ile bir diğer marketin fiyat listesinin bir birine uymadığını gördüğümüz ülkemizde rekabet diye geçiştirip dururken aynı firmanın ürettiği aynı litre derinliğindeki bir çöp kovasını aynı cadde üzerinde aynı AVM içerisinde iki farklı mağazada biri 100 Liradan satarken diğeri 200 lira etiketle satmasının adına ticari ahlak denebilirmi?
Gelişmiş ülkelerde emeklilerinin ülke ülke gezdiği dünyada bizim emeklilerimizin market market dolaşarak hangisi daha ucuza neyi satıyor arayışı kabul edilebilir mi?
Devletimizin büyük devletler arasına girmesi için yetiştirdiğimiz kadroların liyakatini aldıkları diplomalarla değerlendirerek görev verdiğimiz bireylerin görevlerini hakkıyla yaptıklarını düşünüp kontrolden uzak kalmamız sonucu yaşanan olumsuzlukları neden hep görmezden gelmekteyiz. Bakanlık girişlerinde görev yapan polislerimizin bir yetkili ile görüşmeye gelen vatandaşlardan aldıkları kimliklerle yaptıkları sorgulamada bir mahkemeye şahit olarak gitmediği için yakalaması çıkarılan vatandaşı adeta sokakta yakalamış gibi en az üç personelin tutanak tutarak yakalamış olduğunu gösteren belge hangi anlamda tutulmaktadır?
Bu tutanağı üç memurun imza altına alması tutanakta ismi geçenlerin görevlerini iyi yaptığının göstergesimi sayılmaktadır?
Yoksa bir ekip gibi görülmesi sağlanarak arama tarama yaparken bir suçluyu yakalamış gibi kişi başına aldıkları bir ücret için mi yapılmaktadır?
Kolluk kuvvetleri Müdür ve amirlerinin mahiyetindeki çalışanlarına ellerindeki küçük el tabletleri ile kimlik kontrolü için sokağa gönderdiklerinde durumu şüpheli insanları (GBT) genel bilgi toplamasına bakınız mı deniyor? Yoksa bir kota verilerek kolluk kuvvetlerinin kotayı doldurması için önüne gelene "Gel buraya (GBT) yapacağım" diye yaşlı, genç, kadın, kız, çocuk, demeden bir devlet memuru tavrı dışına çıkarak uygulama yapmak mı isteniyor?
Ankara Keçiören denetimli serbestlik bürosu giriş kapısı önünde kontrole gelen denetimli bilinen kişileri polisin özellikle burada kapı girişinde (GBT) Sorgulaması yapması kota doldurmak için midir?
Yoksa bu uygulamayı yapan polislerin çok sorgulama yaparak çalıştıklarını amirlerine göstermek için midir? bunun yanıtını siz düşünün...
Biz bu bin yıllık geleneği olan devletimizde padişahların dahi tebdili kıyafet ile başta kurum ve kuruluşlar olmak üzere halkın arasında toplumun durumunu takip ederken geldiğimiz bu teknolojinin adeta her vatandaşı göz hapsinde tuttuğu ortamda göreve yolladığımız üç beş memurun vatandaşa nasıl hitap edip nasıl muhatap olduğunu görmekten aciz yöneticiler tarafından yönetiliyoruz.
Bu konularda görevli müdür ve amirlerin maun masalarından kalçalarını kaldırıp tebdili kıyafet gezip "Milleti yaşat ki devlet yaşasın" kültürü ile yaşamış bir devlet geleneğinin yetkilisi olarak görevlendirdiği personelin vatandaşla nasıl muhattap olduğuna bakması çokmu zordur?.
Kendilerinin bu milletin çocukları olduklarını devlet memuru olunca unutan liyakatsiz bireylerin kontrol edilmesini ve liyakatli amir ve yetkililerin devlet yetkilisi olarak görmeyi istemek hakkımız değilmidir?
Bazıları sevmesede ülkemizin şairi Necip Fazıl Kısakürek ne demişti hatırlayarlım "Bir Milleti Yıkmak İçin Önce Ahlak ve Kültürünü Yok Etmelisin" Başımıza gelenler sakın bu doğru tesbit olmasın.
Bu milletin bir ferdi olarak ahlaksızlaşma yönünde hızla ilerleyen başta toplumumuz (STK) kamu kurum ve kuruluşlar olmak üzere tüm özel ve tüzel kişilere buradan haykırıyorum "AHLAKSIZ BİR TOPLUMA İTİRAZIM VAR" diyorum.Artık gelecek nesillerimize sahip çıkmak için son demleri yaşamaktayız ve daha dikkatli olalım...